14 Mayıs 2010 Cuma

N. Copernicus, Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine

 





Nicolaus Copernicus, Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine, Çev. C. Cengiz Çevik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım Nisan 2010.


Bundan seneler evvel Bacon çalışmaya başladığım dönemde bir Renaissance'a özgü bir renovatio sıkıntısı belirmişti. Üzerinde çalıştığım Novum Organum ve diğer Bacon metinleri gösteriyordu ki, başta Aristoteles mantığı olmak üzere, geçmişin türlü otoriteleri önünde Bacon renovatio'yu yani yeniliği ve restauratio'yu yani onarmayı ön plana alıyordu. Bilginin gücü yenileme ve onarma çalışmalarına bağlıydı. Bu yüzden büyük çalışmasının İngilizce adı "Great Instauration" idi yani "Büyük Yenileme". Ancak bu büyük yenileme tutkunu adam, bir konuda fazlasıyla gelenekçiydi. 

Bunu günlerce, haftalarca, aylarca incelemek durumunda kaldım. Bacon neden "evrenin merkezi" konusunda Ptolemaeus astronomisi ile Aristoteles kozmolojisinden sıyrılamıyordu, neden evrenin merkezine Güneş'i koyan yenilikçilere (ki daha sonra bunun topyekûn bir yenilikçilik hareketi olmadığını öğrendim sanıyorum) karşı çıkıyordu. Öyle ya, Bacon aslında occult ve Royal Academy'nin etrafında kümelenen Masonik yer-altı gruplarıyla ilişkisini "Işık'la ve Güneş'le" sembolize edebilecek bir zekâydı, ancak bu sembolik yan tam anlamıyla nominal (hem sembolik hem ismen) kalmaya mecburdu, çünkü evrenin merkezine Güneş'i koymaya çalışan Copernicus ve sonra Kepler kronolojiyle doğru orantılı olarak Yeni-Platoncu ya da Pythagorasçı örtük "Güneş tapımı" düşüncesi artarken, Bacon'ın yenilikçiliği "regnum hominis" denilen " insan krallığı" düşüncesine saplanıp kalmıştı. Neden?

İşte bunu lâyığıyla ve ikincil felsefe tarihi kitaplarından değil de öz kaynaktan bilebilmek için Ptolemaeus ile Copernicus astronomilerini incelemem gerekiyordu. Yer-merkezli evren düşüncesini Kutsal Kitap'la destekleyen gelenek ile Güneş-merkezli <üstü-örtük Pythagorasçı> evren düşüncesini öneren Renaissance/Çağcıl eğilim arasındaki farkın astronomi, felsefe ve din üçgeninde incelenebilmesi için evvela Copernicus metninin (De Revolutionibus Orbium Caelestium) çözümlenmesi gerekiyordu. Oysa bu metnin Türkçeye çevirisi olmadığı gibi, Copernicus hakkında kapsamlı bir akademik ya da alaylı çalışmaya da rastlamadım. Herkesin bahsettiği ama kimsenin kaynaktan okumadığı için lâyığıyla öğrenemediği, bilemediği yığınla büyük batı zihninden biriydi Copernicus. Oysa metin bazında detaya inildiğinde, Türkçe kaynaklarda ve çalışmalarda hakkında bahsedilen onca filozof-bilim-düşünadamının aslında sadece sanılardan oluşmuş , nereye çekilse kolaylıkla uzayabilen, esnek kuklalar olduğunu ve ikincil kaynaklardan edinilen ikinci, bazen üçüncü ve inanmayacaksanız ama bazen dördüncü el çevirilerden öğrenilen bilgilerin ne kadar sağlıksız olabildiğini evvelce başka çalışmalarımda da görmüştüm. Copernicus da, metni Latince orjinalinden çevrilmeyi ve bizzat metin bazında astronomik, felsefî ve dinî alanda derin bir analize tabî tutulmayı bekleyen yığınla kafadan biriydi.

Hayat kimine göre tesadüflerle, kimine göre ilahî ittirmelerle dolu. Copernicus'u Latince aslından inceleme fırsatını edindiğim bir dönemim oldu, bu da bana baştaki "neden"leri çözebilme ve Copernicus'u "Latince-Türkçe analiz etme" imkânını tanıdı. Bir şeyi birinin size kendi bilişsel deneyimi süzgecine göre anlatması farklı, sizin gözlerinizle, kulaklarınızla, ellerinizle, yani kanınızla, etinizle, kemiğinizle öğrenmeniz farklıdır. Metin çeviri si ve analizleri bize ikincisi gibi bir deneyim yaşatıyor, elle yoklayabildiğiniz metinleri lâyığıyla tanıyabiliyorsunuz. 

Copernicus'u Petreius'un 1543 tarihli ilk editio'sundan, etiyle kemiğiyle okumak, çevirmek ve analiz etmek zaman içinde bu konuda batıda yapılmış türlü kaynakları da, çözümleyebilmenizi sağlıyor. Bu hususta yaşayan ya da artık ontolojik olarak yaşamayan ama yazınsal anlamda hâlâ nefes alıp veren yığınla batılı âlim tanıdım. Edward Rosen'lar, Owen Gingerich'ler yanında evvelce uzaktan uzaktan derinlemesine inceleme şansını bulmadığım Thomas S. Kuhn'larla söyleştim. Kaaveler ısmarlandı karşılıklı, çalışma kağıtları kaavelendi. Gündüzler gecelere, geceler gündüzlere bağlandı. Öyle miydi, böyle miydi derken, Copernicus'la ilgili Türkçedeki ilk yayın olarak Kutadgubilig 16'da bu büyük astronomun 1510'larda yakın akademik/dinî çevresine dağıttığı Commentariolus'un Türkçe çevirisini ve analizini sundum. Esas metin olan ve burada bahsettiğim De Revolutionibus Orbium Caelestium'un adeta muştulayıcısı görevini üstlenen bu Commentariolus'un çeviri & analizi de, bir nevi esas metnin Türkçesinin muştulayıcısı görevini gördü. Böylece iki metinle birlikte Copernicus'un felsefe-bilim tarihine bıraktığı her yazınsal miras Türkçeye kısmî yorumlarıyla birlikte çevrilmiş oldu. 

Benden sonra bu alanda, doğrudan metin üzerinde çalışacak olanlar, biliyorum ki hatalarımı bulacak, beni yerden yere vuracaktır. Ama ben yine biliyorum ki, bu bir yoldur, bir bilme yoludur. Scientia yani bilim, içinde scire fiilinden hareketle "bilme eylemi"ni sürece indirger, yani bu bir bilme süreci, bir zaman süresince yapılan her katkı bu süreci hiç bilmediğimiz bir hedefe doğru ulaştırmaya çalışacak, bu yüzden gelecek eleştiriler yapıcı ya da yıkıcı olsun, bu benim için bir problem teşkil etmiyor. Bu alanda çalışmayı sürdüreceğim, bilme işlemi aynı zamanda aşma işlemidir, bu yüzden bir gün bu çalışmamı da aşabilmek için doğrularımı ve yanlışlarımı tartabilecek seviyeye gelmek isterim. Bu alanda kendini gerçekleştirme, kendini yıkma, yıkarken yeniden inşa etme anlamını taşıyor. Bilim statik olsaydı, insan bilinmişliğe gömülürdü. Oysa hâlâ tırnaklarıyla kazıyan insanlar var, olmaya da devam edecek.

Benim bu çalışma esnasında üzerinde durduğum şeylerden biri de, "istenirse ve gereken emek harcanırsa" felsefe-bilim alanında yetkin bir dil olacağını düşündüğüm ("inandığım" değil) Türkçede bu metnin okunabilirliğini üst düzeye çıkarmak oldu. Nitekim A. Koestler'in "tarih yazan metinler içinde, en okunulmaz olanı" dediği bu metni Türkçeleştirirken her şeyden önce terminolojiye hakîm olmam gerekti. Bunun için temel aldığım kaynakları metnin başındaki önsözün son kısmında verdim. Dahası Latince ve Yunanca tabirlerin Türkçeye sunumunda, metni odasının loş ışığında ve Fraeunburg'un soğuk ikliminden ötürü üzerinden çıkarmadığı kalın giysiler altında kaleme alan Copernicus'un yazım duyuşuna sadık kalmaya çalıştım.  Türk okuycusunun bu hisse ihtiyacı var, yazarı tüm ontolojik gerçekliğiyle hissetmeye ihtiyacı var. Okuyucunun Latince veya Yunanca bilmesi gerekmeyebilir ancak bu dillerde yazılan ya da vurgulanan ifadeleri bilmeye hakkı vardır. Latince yazan Polonyalı bir astronom metninde bir kavramı ya da şiiri Yunanca yazıyorsa, okuyucu bunu dipnotta görmelidir. Latincesindeki ya da Yunancasındaki özsel niteliği doğrudan değilse, ki aksini arzu ederim, dolaylı yoldan hissetmek durumundadır. Aynı zamanda analiz telâşı da olan Latinist bir çevirici için bu hissi aktarma çabası sine qua non'dur (bunun gibi, "onsuz asla, kaçınılmaz" gibi). Okuyucu bu metnin orjinal dilinin Latince olduğunu her satırda hissetsin diye elimden geleni yaptım diyebilirim. Çünkü doğrusunun bu olduğuna inanıyorum, bilme zorunluluğu olanlar bilmek zorunda, ama bu kitabı alan herkes hissetmek zorunda.

Ancak yayım sınırları ve sorumlulukları gereği bu çalışmada işleyemediğim bazı konular ve detaylandıramadığım bazı hususlar var. Bunun için yakın bir tarihte (belki yarın belki yarından da yakın)  yayınlamayı umduğum, Copernicus'un ilk öğrencisi sayılan Rheticus'un Narratio Prima'sından hareketle kapsamlı bir telif eser üzerinde çalışıyorum. Orada hem geleneğin hem de Copernicus'un getirdiği yeniliğin astronomik, felsefî ve dinî analizini sunacağım. Copernicus'u ve felsefe-bilim tarihindeki rolünü kendisiyle, kendi yazdıklarıyla tanımak isteyene kapım her daim açık. "Bilimsel devrim" konusunda uzmanlaşmış ve paradigma öteleyici kimlikteki Thomas S. Kuhn kapısını hiç kapatmıyordu, aralık tutuyordu ki Türkçe konuşulan bu diyardan da ona misafir gelebildi, onu örnek alıyorum. Copernicus'un eklediği önsözden bir alıntıyla şimdilik bu tanıtım şeyine bir son vereyim, sonra tekrar konuşuruz.


Yeryüzü hareketini kanıtlamaya çalıştığım bu kitabı yayınlasam mı, yoksa Lysis’in Hipparchus’a yazdığı mektupta da anlatıldığı gibi felsefenin sırlarını yazmadan sadece sözlü olarak akrabalarına ve arkadaşlarına anlatan Pythagorasçıları ve benzerlerini örnek mi alsam diye uzun süre kendimle tartıştım. Bana öyle geliyor ki, Pythagorasçılar bazılarının düşündüğü gibi, öğretilerini paylaşmaktan duydukları kıskançlıktan değil de, büyük insanlara ait böylesine güzel ve binbir zorlukla dolu keşif, maddî bir kazancı olmaksızın kalem oynatmayı sıkıcı bulan ya da başkalarının yüreklendirip örnek olmasıyla hür felsefe çalışmasına özendirilse de aklî donukluklarından ötürü filozoflar arasında tıpkı bal arılarının arasındaki erkek arılar gibi duran kişilerce hor görülmesin diye böyle yapıyordu. Bütün bunları zihnimde tartarken, görüşümdeki yenilik ve tuhaflıktan ötürü korkuya kapılmamı gerektiren bu küçümseme, beni başlamış olduğum bu çalışmayı neredeyse bırakma noktasına getirmişti. 

Fakat dostlarım, uzunca bir süre bocalayan ve hatta konuya ilgisini bile yitiren beni yeniden harekete geçirdi: Bu dostlarımın arasında önceliği, ilmin her sahasında şöhrete sahip Capua Kardinali Nicolaus Schonbergius alır. Onun ardından beni içtenlikle seven, edebiyatın tümünde olduğu gibi kutsal metinler konusunda da dikkatli bir öğrenci olan, Chelmno Piskoposu Tiedemann Giese gelir. O da beni çoğu kere cesaretlendirmiştir; hatta bazen kızarak sadece dokuz yıl değil, bunun dört katı kadar bir zaman daha kendime saklamış olduğum bu kitabımı yayınlamayı, ışığa çıkarmayı düşünmem için üstelemiştir. Benzer şekilde hiç de az kişiden oluşmayan, pek seçkin ve eğitimli bir kesimse, korkularımdan ötürü çalışmamı matematikle ilgilenenlerin ortak kullanımına sunmayı daha fazla geciktirmemem için beni yüreklendirmiştir. Onlara göre birçoklarına yeryüzünün devindiğine dair kuramım o anda ne kadar saçma görünüyor idiyse kitaplarımın yayınlanmasıyla bir o kadar beğeni ve takdirle karşılanacak, pek açık kanıtlarımla birlikte tuhaflık sisi de dağılacaktı. En nihayetinde bu ikna edici sözlerle ve söz konusu ümitle kamçılanarak uzun zamandan beri benden beklenen çalışmamın dostlarım tarafından basılmasına izin verdim.”
Papa III. Paulus'a yazmış olduğu mektuptan...

Satın Alma, vs. şeyleri:

7 Nisan 2010 Çarşamba

N. Copernicus'un Göksel Hareketlere İlişkin, Kendisi Tarafından Geliştirilen Hipotezlere Dair Kısa Açıklaması



(Latince çeviri & Yorum) Nicolaus Copernicus, "Nicolaus Copernicus'un Göksel Hareketlere İlişkin, Kendisi Tarafından Geliştirilen Hipotezlere Dair Kısa Açıklaması", Kutadgubilig, s.16, Ekim 2009, (Sf.227-252).

TRANSLATE OF N. COPERNICUS’S DE HYPOTHESIBUS MOTUUM CAELESTIUM A SE CONSTITUTIS COMMENTARIOLUS


Abstract:

Before his more detailed work, De Revolutionibus Orbium Caelestium (1543) Copernicus wrote a brief sketch of his astronomical system, entitled De Hypothesibus Motuum Caelestium A Se Constitutis Commentariolus (known as also Commentariolus – Little Commentary) and shared with some scholars.


Keys:

Astronomy, De Hypothesibus Motuum Caelestium A Se Constitutis Commentariolus, De Revolutionibus Orbium Caelestium, geocentric, heliocentric, Nicolaus Copernicus, Ptolemaeus


Özet:

Copernicus daha kapsamlı olan eseri De Revolutionibus Orbium Caelestium’u (1543) yayınlamadan evvel, astronomi sisteminin özeti niteliğinde, De Hypothesibus Motuum Caelestium A Se Constitutis Commentariolus başlıklı bir taslak (Commentariolus – Kısa Açıklama olarak da bilinir) kaleme almış ve dönemin bilginleriyle paylaşmıştı.


Anahtar Kelimeler:

Astronomi, De Hypothesibus Motuum Caelestium A Se Constitutis Commentariolus (Göksel Hareketlerle İlişkin Kendisi Tarafından Oluşturulmuş Hipotezlere Dair), De Revolutionibus Orbium Caelestium (Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine), Güneş-merkezli, Nicolaus Copernicus, Ptolemaeus, Yer-merkezli


Satın Almak İçin:

23 Mart 2009 Pazartesi